10 Eylül 2011 Cumartesi

ŞİİR

Ara ara aklıma gelir, dinlerim Filistin Günlüğü'nü. Eskilerin deyimiyle beste-güftenin tam bir ahenk arzettiği ender şarkılardandır bence.

Yıllar sonra, sözler kime ait diye merak edip araştırınca Sivaslı şair Mecit Ünal'la karşılaştım. Hoş bir tesadüf oldu. Şiirlerini nasıl sonlandırdığını okuyunca paylaşmak farz oldu:


DEVİNME
...
o zaman mühre kazıyorum yüzümü hiçbir şey bitmiş değil
ve hiçbir şey de yeniden başlamıyor deniz yarı dalgalı
deniz yarı dalgalı ve batıp çıkan bir keman
ne ses var
ne de yay
yerin yedi kat dibinde
alnını siliyor madenci

(Ara)
bir ses
sonra bir ses daha
sessizlik/kreşendo/kararma

–damarı nerden bulursanız
kazmayı ordan vurursunuz.

YİNELEME
...
enflasyon –yasa gücünde kararname –sıkıyönetim
–vur emri
...
sabahları erken kalkıyoruz artık
dünyanın bir yanı karanlıkken
bir yanı her zaman aydınlık.


ZAMANDIŞI
 ...
Gazeteleri okumanın anlamı yok.Gözlerimizi kapasak da kanın rengi kırmızı.)

2 Haziran 2011 Perşembe

YOL


:) Bişi farketmiyor. Hayat akıyor gidiyor, sen üzüldüğünle ya da sevindiğinle kalıyorsun. Karar almıyorum,  hiçbir şey yapmıyorum. Kendi bataklığımda boğulmak dışında, ondan da pek şikayetçi değilim... Sevdiğim insanlar olsun etrafımda yeter... 

Gerçekleri gördükçe geri çekiliyorum. Müdahil olmamak için kafamda çözümler üretiyorum. Pasifleşiyorum. Beklentisizleşiyorum. 

Artık beklentiler, hayallerden çok kabulleniş var. En zoru da buymuş... 

Ne olacak? Diye soruyor içimdeki cinler. Cevap net: hiç... 

Aslında ne olması gerekiyorsa, hayat denen "gücün" keyfi ne istiyorsa o olacak... Güçlüler, şerefsizler, iş bilenler kazanacak, pasifler, beklentisizler, iyi insanlar kaybedecek ve bu böyle sürüp gidecek.  
Kaybedenler hayatta kalmaya çalışacak. Bu arada kendine sahte mutluluklar yaratıp yaratmamak sana kalmış. Bazen eğleniyorum ve hoşuma gidiyor. Çoğunlukla hissizim. Sinirleniyorum, bir şeylere içerliyorum bazen ama sinirimi birilerine akıtmaktan çok bunları içimde çözmek ve yenmekle geçiyor zamanım.  

Mideme vuruyor gerçekler... Çocukluğum, şimarıklığım, haddimi bilmezliğim... Oyunu kuralına göre oynadığım zamanlarmış yakın geçmişim ve başarılıymışım da... Çünkü ben de kendini kandıran bir zavallıymışım, şu an neredeyse acıyarak baktığım bir çok insan gibi...  

Acımak... Anında kendine acımaya dönüşüyor. Çünkü acıdıklarının ilkelliği ile nasıl da hayat dolu, neşeli olduğunu ve bunu kendilerine iş edindiklerini görüyorsun. Ama bunun da bir önemi yok. Çünkü neysen osun ve başka bir şey olamazsın.  

Kabulleniş... Rahatlatıyor... Fırtınalar devam edecek... Depremler daha çok sallayacak ama hissediyorum, şiddeti sürekli azalıyor... Gittiğim yer, yalnızlık ve kendimce bilgelik... İstiyor muyum? Kesinlikle hayır... Direnebilir miyim? Faydasız...  

Yani hayat nereye istiyorsa oraya götürüyor seni... Dindeki gibi bir kadere hala inanmıyorum. Ama bir yol var ve neredeyse baştan belli... Nereye gidersen git sen sensin... Demek ki yolun kendisi misin?

15 Ocak 2011 Cumartesi

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ...



Mayıs 1993...ODTÜ…Stadyum'daki Cem Karaca konseri öncesiydi..."Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman..."

Gracias A La Vida