31 Ekim 2010 Pazar

...


Bir taş gibi sımsıkı duruyor azgın nehrin ortasında. Sanıyor ki yeterince sertleşirse suyun akışı aşındırmaz yüzeyini. Fırtınalar teğet geçecek sanıyor... toprağa ne kadar sıkı yerleşirse...
Oysa kevgire dönüştürüyor hayat insanı...
Geçirgenleştikçe hafifliyorsun...
Gand

14 Ekim 2010 Perşembe

KIRILGAN MELEK



"Kuş, yumurtadan çıkmaya savaşıyor.Yumurta dünyadır. Doğmak isteyen, bir dünyayı yoketmek zorundadır. Kuş Tanrı’ya doğru uçuyor, Tanrı’nın adı Abraxas’tır."
Hermann Hesse

Çocuk çok hırpalandı. Çok canı yandı. Kapkaranlık, nemli, çürümüş bir çukurda kapalı kaldı. Delirdi. Bağırdı. Yardım istedi. Susturuldu.

Sustu. Sustu. Korktu. Çok korktu. Daha çok sustu. Ağlayamadı bile. Hissizleşti. Sustu ve çürüdü. Öldü.

Çocuk, yeniden doğdu. Çocuk, kendi içine doğurdu. Çocuk artık korkusuzdu. Çocuk ağlayamadı. İçine ağladı. O kadar çok gözyaşı vardı ki sel oldu içine aktı. Dinmedi. Nasıl oldu anlamadı ama içinin pınarları, kurumuş ormanlarını besledi. Tohumlara cacn verdi. Tohumlar ıslandı. Çatladı. Bir kol attı toprağa. Filizlendi.

Çocuk sakinleşti. Rüzgarlar esti o zaman. Taze fidanlar o kadar çoktu ki kurumuş topraklar artık yemyeşil olmuştu. Rüzgar dalgalandırdı tazecik fidanları. Hepsi öylesin narin ama esnekti ki…

Fidanlar derin derin nefes aldı. Fidanlar nemlenmiş toprağın özünü emdi. Fidanlar çocuğu korkutacak kadar taze yeşildi. Çam kokusu sarmıştı tüm dünyasını. Öylesine ferah, huzurlu, yaşam dolu.

Çocuk hala korkuyor. Böylesi bir işkenceden, çürümüşlükten, yorgunluktan, yitmişlikten nasıl olup da böylesine saf yaşamlar doğardı…


Çocuk korkuyor ormanlarının yeniden yakılmasından. Yakılırken çaresiz kalmaktan.

Fidanları büyüyor. Çocuğu kuyudan dışarı itiyor. Çocuk hala çok korkuyor. Çünkü çıplak. Savunmasız.
Ama bu kez ormanlarını biliyor çocuk. Her bir ağacını varlığıyla beslediği ormanını tanıyor çocuk.  Yine düşeceğini biliyor. Canının acıyacağını ve bundan korkuyor. Ama rüzgar estikçe, yağmur yağıp pınarlarını coşturdukça ormandan bir uğultu yükseliyor: “Seni tanıyorum ve seviyorum” diye.


Çocuk yürümeye başlıyor.

Gand

4 Ekim 2010 Pazartesi

“GÜN, YILIN BİR ÇOCUK GÜNÜ OLABİLİR"



“Hava çelik bir ustura gibi
Dışarda kar yağıyor
Zemherinin en acımasız günleri
Dışarda kar yağıyor


Öyle masallardaki gibi incecikten
Ya da lapa lapa değil
Döne döne
Buram buram
Dışarda kar yağıyor


Hava ustura gibi soğuk
Minicik elleriyle
Üşümüş ayaklarını ovuşturan çocuk
Geceleyin araba vapurunda ürkek gözlerle
Biletçiyi kolluyor


Dışarda kar yağıyor


Morarmış ellerini
Isıtmaya yetmiyor nefesi
Kimi kimsesi
Gidecek bir yeri yok


Dışarda kar yağıyor


Sırtında paltosu yok
Dışarda kar yağıyor
Ayağında pabucu yok


Dışarda kar yağıyor


Hava soğuk çok soğuk çok
Gün yılın bir çocuk günü olabilir
Yıl dünya çocuk yılı olabilir
Onun bunlardan haberi yok


Üşümüş acıkmış
Sıcacık bir çörek gibi güneşi düşlüyor
Sevilmemiş
Bilinmemiş
Unutulmuş
Dışarda kar yağıyor


O kendine özgü muhteşem ses ve yorumuyla 30 yıl öncesinden böyle seslenmişti Ünol Büyükgönenç. 1979 Dünya çocuk yılı vesilesiyle yaptığı ve kendisine Altın Mikrofon ödülü de kazandıran “Dışarıda Kar Yağıyor” adlı bu şarkı, 80’li yılların sonunda, büyük bir çoğunluğu Nazım’a ait olan şiirlerin bestelerinden oluşan şarkılarla birlikte o benzersiz “Güzel Günler Göreceğiz” albümünde yer almıştı.

Dünya çocuk yılında, çelik bir ustura gibi havada minicik elleri morarmış, buram buram yağan karın altında gidecek yeri ve kimsesi olmayan, bilinmemiş, unutulmuş bir çocuğun öyküsünü aktarıyordu Ünol Büyükgönenç. Yılın 1979 Dünya Çocuk Yılı olmasının veya günlerden bir çocuk günü (23 Nisan, 20 Kasım, 1 Haziran veya 4 Ekim) olmasının o küçücük çocuğun yaşamında hiçbir önemi olmadığını, o küçük çocuk dahil hepimiz biliyoruz. Çünkü, yoksulluğun ve yoksunluğun nedenleri, takvimde herhangi bir zamana işaret koyarak, herhangi bir günü veya yılı isimlendirerek yok edilemeyecek kadar derinlerdedir. Peki 30 yıl öncesinin Türkiye’sinde çocuklarımıza daha iyi bir yaşam sunamıyorduk da, şimdi, dış dünyaya eklemlendiği, hızla geliştiği, büyüdüğü söylenen modern Türkiye’de durum nasıl? Alın size memleketimden çocuk manzaraları…

Artık sırf ellerinde taş izi var, yüzleri terli diye terör örgütüne yandaşlık suçuyla geride bıraktıkları ömürlerinden daha fazla hapis cezası alan çocuklarımız var…Memuru, müdürü, esnafıyla şehrin ileri gelenlerinin defalarca tecavüz ettiği küçük kız çocuklarımız var…Babasıyla birlikte ayağında terlikleriyle terörist diye tüm vücudu delik deşik edilen 13 yaşındaki Uğur var… Kayıtsız-sigortasız-güvencesiz, ağır işlerde saatlerce çalışan çocuklarımız var…Dışarıda oynarken bir bomba patlaması sonucu tüm vücudu paramparça olan, vücudunun parçaları annesinin eteğinde toplanan 12 yaşındaki Ceylan var…Çocuk yaşlarda evlendirilen, onlara dayatılan geleneklere aykırı davrandığı için resmi kayıtlara “intihar” olarak geçilen ancak aileleri tarafından öldürülen çocuklarımız var…20’li yaşlarda ortalama bir şirkette-bankada üç kuruşa çalışma imkanı bulabilmek için özel okul-dershane-özel ders üçgeninde bir ömürleri geçen çocuklarımız var…Anne-baba-okul-patron-usta şiddetine maruz kalan çocuklarımız var…Doğu-Güneydoğu’dan güvenlik nedeniyle zorla göç ettirilmiş, büyük şehirlerin çeperlerinde aç-korunaksız-sağlıksız yaşamak zorunda bırakılan çocuklarımız var…Köprü altlarında, sokaklarda tinere-açlığa mahkum, tacizlerden tecavüzlerden koruyamadığımız binlerce çocuğumuz var…

Unutmadan söyleyeyim, bir de dünyada sadece bizde olmasıyla övündüğümüz bir çocuk bayramımız var. Ancak ilginçtir; dünyada örneği bulunmayan bu çocuk bayramında, çocuklara hediye olarak bir günlüğüne büyüklerin yerine geçme fırsatı veriyoruz. Tabi ellerine de kendi repliklerimizi tutuşturuyoruz. İyi çocuk olmanın ödülü; çocuk olmamak, büyük olmak! Zaten hep “büyümüş de küçülmüş” diye tanımlanan çocukları daha çok sevmez miyiz? Anlamını bile bilmedikleri kelimelerden müteşekkil kahramanlık şiirlerini hıçkırıklar ve gözyaşları içinde okuyan çocuklar değil midir şiir okuma yarışmalarında (!) ipi göğüsleyenler, sonra da ana haber bültenlerinde ağırlananlar?

Ekim ayının ilk Pazartesi’si Dünya çocuk günü olarak kutlanıyormuş. Bugün, yani 4 Ekim; tam da, “Yılın bir çocuk günü”. Ünol Büyükgönenç’in 30 yıl öncesinden söylediği gibi, çocuklarımızın bundan haberi yok, bilseler bile bunun onlara bir faydası yok. Tıpkı biz büyükler gibi, tıpkı diğer çocuk günleri gibi, 4 Ekim dünya çocuk günü de, çocuklarımızı; açlıktan, tecavüzden, şiddetten, soğuktan, yoksulluktan, ölümden, hapishaneden koruyamıyor. Onlara güzel bir gelecek hazırlamak bir yana, bugünlerini bile güvence altına alamıyoruz. 4 ekim dünya çocuk günü hepimize kutlu olsun…


Gracias A La Vida

3 Ekim 2010 Pazar

LATİN AMERİKA'DAN NOTLAR -2




-Başta polis ve askerler olmak üzere kamu görevlilerin özlük haklarında düzenleme yapılan Ekvator’da asker ve polislerden oluşan bir grubun darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Darbeci polislerin çevresini kuşatmasıyla hastanede rehin tutulan Devlet Başkanı Rafael Correa, Ekvator ordusu tarafından düzenlenen bir operasyonla kurtarıldı.

-Şili’de yerin 450 metre altında mahsur kalan madencilere yönelik kurtarma çalışmalarında madencileri kurtaracak üç kapsülden birinin madencilere ulaştığı bildirildi. Kapsüllerde ihtiyaç maddeleri ve oksijen tüpü yer alıyor.

-Venezüella’da yapılan parlamento seçimlerinde Hugo Chavez’in Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi, 165 sandalyeli parlamentonda 95 sandalye kazanarak çoğunluğu elde etti.

-Eşcinsel evliliklere izin veren ilk Latin Amerika ülkesi olarak tarihe geçen Arjantin’de, şimdi de kürtajın yasallaşması için gösteriler düzenleniyor.

- 1946-1948 yılları arasında Guatemala vatandaşlarının ABD’de frengi araştırmalarında denek olarak kullanılmasının ortaya çıkması üzerine Başkan Obama, Guatemala Devlet Başkanı Alvaro Colom’u telefonla arayarak resmen özür diledi. Ancak Alvaro Colom, uygulamaların soykırıma eşdeğer olduğunu ve hükümet olarak olayın aydınlatılması için ellerinden geleni yapacaklarını belirtti.


Gracias A La Vida