Bu ülkede güzel yaşlanmak niye bu kadar zor diye düşünüyordum. Gençlik yıllarında veya olgunluk dönemlerinde yaptıklarıyla, yarattıklarıyla, söylemleriyle sevgi, beğeni toplayan, hayranlık uyandıran kişiler yaşlandıkça hem ürettikleriyle hem de söylemleriyle hayalkırıklığı yaratabiliyor, sevenlerinin ağzında buruk bir tat bırakabiliyor. Kimisi iyi bir müzisyen veya şair olmanın hayatta her alanda kendisine söz hakkı verdiğini düşünerek din-siyaset-tarih gibi aslında belirli bir birikim gerektiren alanlarda mesnetsiz fikirler beyan edebiliyor (Bkz.Cem Karaca, Erkin Koray, vb) kimisi de zamanında ürettikleriyle literatüre önemli katkıda bulundukları alanlarda fikir beyan ediyor ancak iyicene uçlarda söz söylereyek ilgi çekmeye çalışıyor (Yalçın Küçük, vb.). Bu düşünceler kafamda uçuşurken, sahneden “Elimden tut, yoksa düşeceğim / yoksa bir bir yıldızlar düşecek…” dizeleriyle “Yağmur Kaçağı” okunmaya başlanmıştı. Beni yaşlanmayla ilgili bu düşüncelere iten de içinde Tilbe Saran’ın, Bülent Emin Yarar’ın olduğu bu etkinliğe koşa koşa gelmeme sebep olan da Attila İlhan’dı. Şiirleriyle geçen yüzyılın önemli bir kısmında geniş kitleleri etkileyen, hatta genç yaşında Nâzım’dan övgü alan, şiirle ilgilenen hemen herkesin bir şiirini, dizesini bildiği bir şairdir Attila İlhan. İyi ki türkçe biliyorum, anlıyorum dedirten sebeplerden biridir. Ancak son yıllarında şiirleriyle değil de tarih ve siyaset programlarıyla televizyonlarda görünüyordu. Her gördüğümde, dinlediğimde ne gerek var ki buna diye üzülüyordum…
Bir ara o ünlü şiirindeki “Pia”nın kim olduğuyla ilgili olarak Met-Üst’ün “Pia, meğer -Pakistan international Airlines- imiş” esprisine “Ancak, bir öküz bu şiiri böyle yorumlayabilirdi” çıkışı da bende bir burukluk yaratmıştı. Ece Ayhan tarafından “Sıkı şair” olarak sunulan, o dönemde bir edebiyat dergisi çıkaran biri olarak Met-Üst’ün bu şiiri gerçekten bu şekilde anlamış olması mümkün olabilir miydi?
Neyse, ben bu tür durumlarda sevdiğim kişileri sevdiğim-bildiğim halleriyle hatırlamayı tercih ediyorum, bu nedenle Attila İlhan da hep başucumda olacaktır. Bu sadece benim için değil çoğu insan için de böyledir diye düşünüyorum, çünkü o şiirler bu ülkenin ortak belleğine silinmemek üzere kaydedilmişlerdir. “Il Postino” filmindeki postacı Mario Ruoppolo şair Pablo Neruda’ya “Şiir yazana değil, ihtiyacı olana aittir” dememiş miydi(!) Uzun yıllar önce ben de ihtiyaç duyduğumda, hiç tereddütsüz (!) yanımda olan “Üçüncü Şahsın Şiiri”yle yazımı sonlandırayım…
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
Gracias A La Vida
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder