30 Ağustos 2010 Pazartesi
ÇOCUK
geçmişimin intikamıyım ben. yaşayamadığım çocukluğun. boyun eğmişliğimin. öğretilmişliğin.
yaşamım bir kontrasttan ibaret. 10 yaşına kadar olduğum şeyi reddetmekle geçti o yaştan sonraki tüm yıllarım. çünkü çocukluğun intikamı alınamıyor. çocukken hapse tıkıldıysa bir insan acısı hiç dinmiyor. izin vermedilerse çocuk olmana, içindeki neşe bir daha asla geri gelmiyor. kendini eğlendirmeyi büyüyünce öğrenemiyor insan.
sadece çocuklar kendilerine başkalarının göremediği dünyalar yaratabiliyor.
Gand
28 Ağustos 2010 Cumartesi
ANAYASO
27 Ağustos 2010 Cuma
EĞME BAŞINI
- Birazcık çıkabilsen hayatın dışına. Böyle bir şey işte yaşamak. başına bir şeyler gelir. Bunları değiştiremezsin. Engelleyemezsin. Sadece dışında durman lazım. dışarıdan bakman lazım. başına gelenler için kimseyi suçlamadan hayatı olduğu gibi kabul etmekten başka şansımız yok. Herkes bir şeyler yaşıyor. Kimileri çok büyük acılar kimileri ise sıradan, hareketsiz ve hatta sıkıcı hayatlar. Yaşamın dinamiğini değiştiremezsin. Evet dünyada değiştirebileceğin şeyler var. Ama hayatın akışı her zaman devam edecek. Bu akış sırasında başına bir sürü şey gelecek. “Neden her şey kötü” diye isyan edip durmanın zaman ve enerji kaybı olduğunu elbet anlayacaksın. Üzgünüm ama özel değilsin. Kötü şeyler herkesin başına geliyor ve insanlar yoluna devam ediyor. Başka şansımız yok ki Yankı. Durup olaylara hesap soramazsın neden benim başıma geldiniz diye. Ya da istersen sor, hahaha. Sor bakalım ne cevap verecekler sana. Acıların sana neler öğrettiğini, sana kaç basamak birden atlattığını zamanla görecek ve hatta bu kadar öğreniyor olmaktan keyif alacaksın. Şimdi sana polyannacılıkmış gibi geliyor. Ama bak hayat senin gibi tutkulu çocukları öyle bir alır yere çalar ki neye uğradığını şaşırırsın. En çok yaşama olan bağlılığın umutlandırıyor beni. Sen bu kadar coşkulu olduğun sürece başına da asla sıradan şeyler gelmeyecek. Çok seveceksin, çok üzüleceksin. Ama sonunda kocaman, yağlı, çikolatalı bir pasta yemiş gibi hissedeceksin kendini. Aklına gelebilecek en büyük hazları yaşamış olacaksın. İşte o zaman anlayacaksın bedenin dışına çıkmanın ne demek olduğunu. Kendi bir tanrı misali yukarıdan izlemeye başladığında, başına gelenlerin, gördüklerinin, anladıklarının daha bir sürü insan tarafından da yaşandığını anladığında, yani özel olmadığını anladığında rahatlayacaksın. Çünkü o zaman zincirlerin kalmayacak. Şimdi, kendini zincirlemişsin sen. Ödevler yüklemişsin. Hayattaki tüm suçların cezasını geri kalan herkes yerine çekiyor, dünya daha güzel bir yer olmadı diye çilekeş rahipler gibi kırbaçlıyorsun kendini. Sanıyorsun ki kendini acıyla terbiye etmek insanlığın geri kalanını iyileştirecek… biliyorum Yankı, bu hisse engel olamazsın. Neden bilmiyorum ama bir şekilde kendini peygamber gibi hissediyorsun. İşte bu senin zincirin. Zincirini kırdığın gün –umarım o gün gelir- kuş gibi havalanacaksın. Bedeninden sıyrılacak, rahatlayacaksın. Belki o zaman bakkalın çırağını sürekli azarlamaktan vazgeçer, ona teşekkür edersin. Eleştirmek ve saldırmaktansa sıcak bir gülümseme, karşılıksız bir teşekkürün insanlarda daha büyük değişimler yaratabileceğini anlayacaksın.
22 Ağustos 2010 Pazar
"MARTILAR Kİ SOKAK ÇOCUKLARIDIR DENİZİN"
Can Yücel’i 12 Ağustos 1999’da kaybedişimizin üzerinden 11 yıl geçti. Çok sevdiği günebakan çiçekleriyle yine çok sevdiği Datça’da toprağa verilmişti. Can Baba’ya dair o kadar çok şiir-anlatı-anekdot vardır ki, hayatın içine bu kadar yayılmış birisi olarak onu anlatmak için hangisinden başlasan yine de çok şey eksik kalacak gibi. Yani, bu çokluk, aynı zamanda onu anlatmayı da çok zor bir uğraş haline getirmektedir. Hatta bu yazıya başlık düşünmek bile başlı başına bir mesele halini almıştı ki; birden yıllar öncesinden kızı Su Yücel’in resimleriyle Can Yücel’in dizelerini bir araya getiren çalışmalardan birindeki şu dizeyi hatırlayıverdim: “Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin”.
Can Babanın bu dizesini ödünç alarak O’na şiirimizin martısı, sokak çocuğu demek herhalde en güzel tanımlamalardan biri olacaktır. Şiir dilini o kadar farklılaştırmıştı, argoyu-sokağın dilini şiirin içine o kadar iyi yerleştirmişti ki; 68 kuşağının en önemli devrimci kişiliklerinden biri olan Deniz için yazdığı “…Acıyorsam sana anam avradım olsun, Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun!” dizesi hiç yadırganmamış, birkaç neslin hissiyatına tercüman olmuştu. Yine “Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar” olarak tanımladığı ve “Benim onlardan gayri kimim var” dediği “Şarabi Eşkıyalar” da bir dönemin insanlarına dair en güzel tanımlamalardan biridir. “Bir gece sevgi duvarını aşan” ve “Yalnızlığım benim çoğul türkülerim, ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” diye seslenen kocaman bir yürekti Can Baba. Bunların dışında herkesin yıllardır birbirine anlattığı anekdotlar (tüzük-büzük, kartpostal'a karşılık kart-postal, vb) da işin renkli tarafı. Umarım bunları bilen kitleler onun şiirlerini de yeterince okuyordur. Nazım Hikmet’in ölüm haberini okumamak için BBC’den istifa etmesi ise benim açımdan en önemli detaylardan biridir…
O’nu bütünüyle anlatmanın çok zor bir uğraş olduğunu bilerek, bunun yerine, aynı zamanda çok iyi de bir çevirmen olan Can Baba hakkında kısaca birkaç kelam etmek isterim. Çevirmenlerin bilinçli olarak yanlış çevirdiği metinler mi dersin, ideolojik-tarihi olarak kendine yakın bulmadığı ifadelerin metinden tamamen çıkarılması mı dersin, çeviri dünyası da dönem dönem yüksek sesli tartışmalara sahne olur. Her “çeviri” tartışmasında da illa ki Can Yücel’in adı geçer. Temel soru da şudur: İyi bir çeviri, metnin aslına sadık kalınarak mı çevrilendir, yoksa çevirmenin dili-üslubu çeviriye yansıtılmalı mıdır? Yine Can Babaya atfedilen, kadınlar için doğru olmasa da çeviri için doğru kabul edebileceğim bir aforizması vardır: “Çeviri kadın gibidir, güzeli sadık olmaz, sadığı da güzel olmaz”. Zaten çevirilerini de bu felsefeyle yapmıştır. Yoksa Shakespeare’den ”To be or not to be” yi “Bir ihtimal daha var, O da ölmek mi dersin” diye çevirmek başka nasıl açıklanabilir ki? Ya da Shakespeare’den “Seni yalnız komak var, o koyuyor adama” dizesini duymak için insanoğlu daha kaç yüzyıl beklerdi? Bu çevirileri okuyunca, İngilizlerin Shakespeare’i Can Yücel’in çevirisinden değil de, kendi orijinalinden okumalarının ne kadar büyük bir kayıp olduğunu düşünmeden edemiyor insan (!). Oysa tam tersidir genelde düşünülen; çevirinin şiirin pırıltısını alıp götürebileceği, şairi de şiiri de öksüz bırakabileceği söylenir yaban ellerde. Ama mesele Can Baba olunca her şey başkalaşıyor demek ki. Çünkü; “Başka türlü bir şey O’nun istediği, ne ağaca benzer, ne de buluta…”
İşte 66. sone’nin orijinali ve Can Yücel çevirisi…
SONNET 66
Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.
66. SONE
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama
Gracias A
15 Ağustos 2010 Pazar
DÜNYADA NELER OLUYOR 2
İsrail 2.75 milyar dolara 20 ate F-35 uçağı almaya hazırlanıyor.
Japon başbakanı 2. Dünya Savaşı kurbanları için özür diliyor.
Hindistan'ın Kaşmir eyaletindeki olaylarda son 2 ayda 57 kişi öldürüldü.
Sri Lanka ekonomisinin bu yıl %7 büyümesi bekleniyor.
ABD hükümeti ve BP, "sızıntı"nın kontrol altında olduğunu bildiriyor.
Güney Kore Japon kolonizasyonundan kurtuluşunun yıldönümünü kutluyor.
Fransa'da 1930'ların geleneksel Fransız müziği eşliğinde dans festivali yapılıyor.
Gand
14 Ağustos 2010 Cumartesi
KADER- TESLİMİYET
Türk sinemasının en iyi birkaç filmden biri; Zeki Demirkubuz’dan “Kader”. Filmin finalindeki diyaloglar ise, aynı kişilerin farklı dönemlerini anlatan “Masumiyet” ve “Kader” filmlerinin ana temasını oluşturuyor; izleyenleri adeta yerine çiviliyor, filmin kahramanlarının bütün yükünü izleyenlere de aktarıyor ve perdeyi kapatıyor. “Acı, yoksulluk, gözyaşı ve kötülük ile büyüyen bir aşkta” Bekir'in Uğur'a, kaderine teslimiyeti diye adlandırabileceğim final sahnesi…
Uğur: Neden geldin?
Bekir: Biliyorsun.
Uğur: Ne diyim ben şimdi sana?
Bekir: Hiçbir şey deme, bir tek kalmama izin ver yeter, bak söz veriyorum bu sefer hiçbir şeye karışmayacağım.
Uğur: Kaç defa denedik biliyosun, nasıl inanayım sana?
Bekir: Söz veriyorum, eğer durmazsam kovarsın.
Uğur: Ya bela çıkarırsan?
Bekir: Çıkarmam.
Uğur: Ya çıkarırsan?
Bekir: Çıkarmam ya, baktım olmuyor, bir kenarda kafama sıkarım!
Uğur: Manyak manyak konuşma!
Bekir: Eğer sıkmazsam s.ksinler! Benim de bir gururum var be.
Uğur: Gördük. Son defasında bütün Konya’yı ayağa kaldırıp gittin.
Bekir: Sen de aşağılama bizi, o taa ne zamandı.
Uğur: Ben dönmenden yanayım. Artık iki çocuk babasısın.
Bekir:Bunu yapma bana.
Uğur: Sen de yapma, benim için hava hoş, iyi bile olur. Ama insaniyetli olmaz. Sana da yazık, ailene de!
Bekir: Sen de anla artık başka yolu yok bunun. Yazıkmış, kılmış, tüymüş hepsi hesap edildi bunların ya, her şeye hazırım diyorum sana. De ki iyilik ediyorsun, de ki sevap işliyorsun, herkesin inandığı bir şey vardır bu .mına koyduğumun hayatında. Benimkisi de sensin, ne yapıyim! Geçen gece çocuk hastaydı. İlacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. Sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. Birden durup dururken içim cız etti. Bi baktım gene aynı karın ağrısı. Öyle özlemişim ki seni. Dönerken bir meyhane gördüm. Bi tek içeri girdiğimi hatırlıyorum, bi de rakıya yumulduğumu. Arkasından en az dört cigaralık. Sonra gözümü bi açtım, karşıdan karlı dağlar geçiyor. Bi daha açtım, başımda bi çocuk; “Kalk abi” diyor “Kars’a geldik”. Otobüsten indim, yürümeye başladım. Dedim: “Allahım nerdeyim ben, burası neresi?”. Sonra güç bela burayı buldum. Kapının önünde durup düşündüm. Dedim, “Bekir, bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü, bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin.”. “İyi düşün” dedim. Düşündüm, düşündüm ama olmadı, dönemedim. Sonra “Bak oğlum” dedim kendi kendime. “Yolu yok, çekeceksin, isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını, uslu uslu yürü şimdi.”
Gracias A
10 Ağustos 2010 Salı
İNSANOĞLUNUN BÜTÜN CİNAYETLERİ
9 Ağustos 2010 Pazartesi
ATOM BOMBASI SALDIRISI’NIN 65. YILDÖNÜMÜ
8 Ağustos 2010 Pazar
DÜNYADA NELER OLUYOR 1
Norveç’te sauna yarışları yapılıyor. 100 dereceye kadar ısıtılmış saunalarda en uzun süre kalan kazanıyor. Yarışma sırasında ölen ya da komaya giren çok sayıda yarışmacı var…
3 Ağustos 2010 Salı
"Türkiye'nin ratingi yüksek olan TV'lerinin haber bültenlerinde yer alan şiddet unsuru" ya da “Başlarken”...
***