22 Ağustos 2010 Pazar

"MARTILAR Kİ SOKAK ÇOCUKLARIDIR DENİZİN"




Can Yücel’i 12 Ağustos 1999’da kaybedişimizin üzerinden 11 yıl geçti. Çok sevdiği günebakan çiçekleriyle yine çok sevdiği Datça’da toprağa verilmişti. Can Baba’ya dair o kadar çok şiir-anlatı-anekdot vardır ki, hayatın içine bu kadar yayılmış birisi olarak onu anlatmak için hangisinden başlasan yine de çok şey eksik kalacak gibi. Yani, bu çokluk, aynı zamanda onu anlatmayı da çok zor bir uğraş haline getirmektedir. Hatta bu yazıya başlık düşünmek bile başlı başına bir mesele halini almıştı ki; birden yıllar öncesinden kızı Su Yücel’in resimleriyle Can Yücel’in dizelerini bir araya getiren çalışmalardan birindeki şu dizeyi hatırlayıverdim: “Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin”.

Can Babanın bu dizesini ödünç alarak O’na şiirimizin martısı, sokak çocuğu demek herhalde en güzel tanımlamalardan biri olacaktır. Şiir dilini o kadar farklılaştırmıştı, argoyu-sokağın dilini şiirin içine o kadar iyi yerleştirmişti ki; 68 kuşağının en önemli devrimci kişiliklerinden biri olan Deniz için yazdığı “…Acıyorsam sana anam avradım olsun, Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun!” dizesi hiç yadırganmamış, birkaç neslin hissiyatına tercüman olmuştu. Yine “Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar” olarak tanımladığı ve “Benim onlardan gayri kimim var” dediği “Şarabi Eşkıyalar” da bir dönemin insanlarına dair en güzel tanımlamalardan biridir. “Bir gece sevgi duvarını aşan” ve “Yalnızlığım benim çoğul türkülerim, ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” diye seslenen kocaman bir yürekti Can Baba. Bunların dışında herkesin yıllardır birbirine anlattığı anekdotlar (tüzük-büzük, kartpostal'a karşılık kart-postal, vb) da işin renkli tarafı. Umarım bunları bilen kitleler onun şiirlerini de yeterince okuyordur. Nazım Hikmet’in ölüm haberini okumamak için BBC’den istifa etmesi ise benim açımdan en önemli detaylardan biridir…

O’nu bütünüyle anlatmanın çok zor bir uğraş olduğunu bilerek, bunun yerine, aynı zamanda çok iyi de bir çevirmen olan Can Baba hakkında kısaca birkaç kelam etmek isterim. Çevirmenlerin bilinçli olarak yanlış çevirdiği metinler mi dersin, ideolojik-tarihi olarak kendine yakın bulmadığı ifadelerin metinden tamamen çıkarılması mı dersin, çeviri dünyası da dönem dönem yüksek sesli tartışmalara sahne olur. Her “çeviri” tartışmasında da illa ki Can Yücel’in adı geçer. Temel soru da şudur: İyi bir çeviri, metnin aslına sadık kalınarak mı çevrilendir, yoksa çevirmenin dili-üslubu çeviriye yansıtılmalı mıdır? Yine Can Babaya atfedilen, kadınlar için doğru olmasa da çeviri için doğru kabul edebileceğim bir aforizması vardır: “Çeviri kadın gibidir, güzeli sadık olmaz, sadığı da güzel olmaz”. Zaten çevirilerini de bu felsefeyle yapmıştır. Yoksa Shakespeare’den ”To be or not to be” yi “Bir ihtimal daha var, O da ölmek mi dersin” diye çevirmek başka nasıl açıklanabilir ki? Ya da Shakespeare’den “Seni yalnız komak var, o koyuyor adama” dizesini duymak için insanoğlu daha kaç yüzyıl beklerdi? Bu çevirileri okuyunca, İngilizlerin Shakespeare’i Can Yücel’in çevirisinden değil de, kendi orijinalinden okumalarının ne kadar büyük bir kayıp olduğunu düşünmeden edemiyor insan (!). Oysa tam tersidir genelde düşünülen; çevirinin şiirin pırıltısını alıp götürebileceği, şairi de şiiri de öksüz bırakabileceği söylenir yaban ellerde. Ama mesele Can Baba olunca her şey başkalaşıyor demek ki. Çünkü; “Başka türlü bir şey O’nun istediği, ne ağaca benzer, ne de buluta…”

İşte 66. sone’nin orijinali ve Can Yücel çevirisi…


SONNET 66

Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.



66. SONE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,

Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,

Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,

Seni yalnız komak var, o koyuyor adama



Gracias A La Vida


Hiç yorum yok: