23 Eylül 2010 Perşembe

PAPAZI DÖVDÜRMEYECEKTİK...



Gazetelerde ve televizyondaki bir haber dehşet uyandırdı özellikle beyaz yakalı dostlarımızda. Burada içki içiliyor diye Tophane’deki beş sergi basılmış, saldırganlar biber gazı, bıçak, kırık şişeler, demir sopalar ve coplar kullanarak yerli ve yabancı katılımcılara saldırmıştı. Katılımcılar hastaneye kaldırılmış ve galerilerin camları kırılmıştı. Sonuç açıktı: Hızla modern-laik Türkiye çizgisinden uzaklaşıyorduk, yaşam alanımız daralıyordu, gelecekte kadınlar sokakta dahi dolaşamayacaktı, hiçbir yerde içki içilemeyecekti.

Öncelikle, birkaç gün önce sergilenen insanlık dışı bu şiddet gösterisine hiçbir ön koşul koymadan, hiçbir şerh düşmeden tepki duyduğumuzu, yaşam alanımıza müdahale anlamındaki her türlü zorba girişime karşı olduğumuzu belirtelim ki, meramızı daha iyi anlatabilelim. Devamında, söylenme düzeyinde de olsa, sessizce de olsa beyaz yakalıların bu linç girişimine tepkide bulunmasını ülke adına iyi bir gelişme olarak değerlendirdiğimizi belirtelim. Bize mutluluk hissi veren bu gelişmeyi aklımızda tutarak, tepkilerin bize pek de normal gelmeyen bir tarafını ele almaya çalışalım.

Olayı aktaranların yüz ifadelerine, ses tonlarına baktığımızda hayatında ilk defa UFO görmüş insanla karşılaştığınız hissine kapılıyorsunuz. Olaylar öyle bir şaşkınlıkla aktarılıyor ki, sanki bu ülkede ilk kez bu şekilde bir saldırı olmuş, sanki ilk kez korunaksız insanlar linç edilmeye çalışılmış ( Yukarıda düştüğüm şerhi burada tekrar hatırlamakta fayda var: Olaylar dehşet verici ve şiddetin yaygın olması / hep var olması, şiddeti sıradanlaştırmamalı, şaşırma –tepki koyma hissimizi elimizden almamalı). Oysa yakın tarihimize bakabilseydik, bu saldırıdan daha ağır sonuçlar üreten ünifomalı-üniformasız çok sayıda saldırının olduğunu, sırf öteki olduğu için linç edilen, kendilerine yaşam alanı bırakılmayan binlerce insanla aynı havayı soluduğumuzu kolayca fark edebilirdik. Örnek mi istiyorsunuz, o zaman ünlüsünden sıradan vatandaşımıza kadar herkesin başına gelen olaylardan örnekler sıralayalım. F tipi cezaevlerini protesto etmek için basın açıklaması yapan gençlere Trabzon, Edirne, Erzincan’da yapılan linç girişimleri, Bilgi Üniversitesi’nde Ermeni meselesiyle ilgili konferans düzenleyen aydınlara-yazarlara yapılan saldırılar, resmi kurumların talebi üzerine Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu tarafından hazırlanan Azınlıklar Raporu’nun okunduğu basın toplantısının basılması ve kameralar önünde açıklamaların yazıldığı kağıtların yırtılması, Hrant Dink’e karşı Agos gazetesi önünde ve mahkeme çıkışlarında yapılan gösteriler, bir ödül töreninde Ahmet Kaya’ya fırlatılan çatal-kaşıklar, Ahmet Kaya baskılı tişört giydiği için linç edilmeye çalışılan gençler, TCK 301’den yargılanan Orhan Pamuk’a mahkeme giriş-çıkışında saldırı girişimleri, polis destekli olarak kampüse giren ülkücülerin satırlarla bıçaklarla kantindeki öğrencilere (solcu, oruç tutmayan, uzun saçlı olan, vb.) saldırması, travestilere ve eşcinsellere sokaklarda uygulanan şiddet, Bursa’da, Adapazarı’nda, Hatay’da Kürtlerin oturduğu mahallelere yapılan saldırılar, çingene mahallelerine taşlı-sopalı saldırılar … liste böylece uzayıp gider...





Örneklerden sonra şimdi de sorularımızı sıralayalım: Bunca linç girişiminin olduğu bir ülkede niye bunlar dikkat çekmiyor, basın ve kitleler tarafından sahiplenilmiyor da, resim sergisinin basılması bu kadar dehşet verici oluyor? Yaşam alanının yok edilmesi derken tam olarak ne kastediliyor? Resim sergisinin basılması yaşam alanına müdahale de; bir aydının yazarın fikrini beyan etmesine, bir gencin sevdiği sanatçının resminin basılı olduğu tişörtü giymesine izin vermemek yaşam alanına müdahale değil midir? Yoksa, sözü geçen olaylarda linç edilen-edilmeye çalışılan, yaşam alanı bırakılmayan kitleler “öteki” olduğu için farklı davranışı hak etmiş olabilir mi? Solcular, travestiler-eşcinseller, Kürtler, Ermeniler, muhalif aydınlar, yazarlar, muhalif öğrencilerden oluşmuş bir kitleden bahsediyoruz neticede. Bu insanların genelinin resmi ideolojiyle barışık olmamaları, linç edilmelerini haklı mı kılıyor diğer insanların gözünde? Birkaç gün önceki saldırıya büyük tepki duyanlar acaba bu olaylar yaşanırken ne düşündü? Bu kişiler bizden değil, bizi ilgilendirmez mi dediler? Ya da bunlar nasıl olsa hak etmiştir diyenler var mıdır içlerinde? Bunların tamamını yok edeceksin ki memleket temizlensin diyen var mıdır peki? Her şeyin olduğu gibi “Şiddetin de taşeronlaştırıldığı” bir ülkede yaşamak hiç mi endişeye sebep olmadı? İnsanların bir kere kendilerini adalet dağıtıcısı olarak görmeye başladı mı, yargılamalarının da infazlarının da ne zaman, nerede, kim için başlayacağının hiç belli olamayacağını göremediler mi? Bir sonraki hedefin kendileri olabileceğini düşünmediler mi? Muktedirlerin gözü dönmüş bu kalabalıkların sırtını sıvazlamasının kitlelerin bir sonraki saldırıya daha bir özgüvenle katılmasına sebep olacağını tahmin edemediler mi? Bu kitlelerin artık birer saatli bomba olduğunu anlamadılar mı?

Hiç sanmam ama bu şiddet iklimi bizi de yok eder diye düşünen var mıdır? Bu saldırılara dur demedikçe, tavır koymadıkça, karşı durmadıkça kendi hayatlarının da artık daha korunaksız olduğunu görmek bu kadar zor mu? Hani şu meşhur “papazı dövdürmeyecektik” öyküsü vardır ya, tam da bugünlerde hatırlamakta fayda var…

“Üç arkadaş var. Bu üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni. Ama Ermeni olan aynı zamanda papaz. Sıcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. Etrafta su yok. Bağların olgun zamanı. “İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın” diye bir bağa giriyorlar. Bağın sahibi bir Türk ama onu görememişler. “Kaç paraysa veririz” diyerek yemeye başlamışlar.

Bu sırada bağın sahibi gelmiş. Bakmış üç kişi üzümünü yiyor. Fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünmüş. Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve Papaz olduğu belli. Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış. Üçüncüsü de Türk.

Dönmüş Ermeni’ye, “Bak bu adam Türk, yesin malımı, benim kanımdandır. Helali hoş olsun. Bu da Kürt’tür ama din kardeşimdir. Sen niye yiyorsun benim üzümümü?” demiş. Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt’ün hoşuna gitmiş. Adam, papazı bir güzel dövmüş. Kıpırdayacak hal bırakmamış, yere uzatmış. Bağ sahibi biraz sonra Kürt’e dönmüş. “Müslüman’sın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. Bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun, çünkü o Türk’tür, kardeşimdir” diyerek bir güzel onu da dövmüş ve yere uzatmış. Bu durum Türk’ün hoşuna gitmiş. Biraz sonra Türk’e dönmüş ve “Tamam anladık Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?” diyerek Türk’e de vurmaya başlamış. Türk yumrukla yere yuvarlanınca Kürt’e dönmüş ve “Biz” demiş “Papazı dövdürmeyecektik!”

Evet, sevgili beyaz yakalı dostlarım; nasıl ki sanatçıyı, , sergi ziyaretçisini, içki içeni dövdürmeyeceksek; papazı da, solcuyu da, öğrenciyi de, travestiyi de, kürdü de, ermeniyi de, muhalifi de dövdürmemek lazım. Kendimizi bu şiddet iklimine kaptırmamamız gerekiyor; neticede bu ateş hepimizi yakıyor, ses çıkarmazsak daha da çok yakacak…



Gracias A La Vida


NOT: Ali Şimşek'in Birgün'deki Sanat isteyen Şişli'ye gitsin yazısı da, Tophane'deki saldırıları “mutenalaştırma, soylulaştırma” açısından değerlendirerek konuya farklı bir açıdan bakmaktadır.

Ayrıca, yukarıdaki yazıdan sonra, yazıda da linç kültürüne örnek gösterilen iki olayla ilgili olarak yeni gelişmeler oldu. İlki, linç olaylarının tüm hızıyla devam ettiğini gösteren bir olay: F Tipleriyle ilgili taleplerini dile getiren topluluğa bu sefer Bolu’da saldırılar oldu. Diğeri ise, umut verici bir gelişme: Manisa’da çingenelere yapılan saldırılara karışanlarla ilgili olarak Savcının “Ayrımcılık” suçundan da ceza talep etmesiydi.

1 yorum:

diren ayhan dedi ki...

Sistem karşıtlığını ancak marjinal ve matürbatif eserlerin karşısına geçip şarap içmek daha sonra oradanda peyote ye geçip ordan hatun kaldırmaktan ibaret tutan , elitist bir kitleden bahsediyorsun. Yapıları nedeniyle kaypak olan , kişisel konforları hariç hiç bir dertleri olmayan bir kitle malesef. Ayaz da direnen Tekel işçilerini önemsemeyen , istiklalde yapılan gösterilerde yol tıkandığı için oflayıp puflayan bir kitle.Böyle bir kitleden düşünce özgürlüğü için bir tepki beklemek biraz naif kaçıyor. Var olan konforlarını riske atarak tepki koymak hiç birzaman göze alamayacakları birşey. Git gide kendi ukalalığı ve bohemliğinde kaybolan elitist ve kendini beğenmiş bir sanat çevremiz var.Hatta sanat çevresi bile demek abest.Galeri zanaatkarları ve müşterilerinden oluşan bir güruh. Sisteme kökünden bağlı , hala umutları olan , bireysel kurtuluşları için yalakalık yapmayacakları kurum yöneticisi olmayan bu güruhun linç kültürüne tepki göstermesi beklenemez pek. İçkisine dokunmadığın sürece kendi kaypak dünyasında mutlu mesut yaşamaya devam edecekler.